Anadolu Rock Müziği’nin ikinci yükseliş dönemi
Haluk’un ilk albümü
‘Yollarda’, Anadolu Rock Müziği’nin - ortaya çıktığı 70’lerden sonra - ikinci yükseliş döneminin ilk eseriydi. Yıllarca dillere pelesenk olacak şarkılar bu albümdeydi. Ayrıca yine ‘Yollarda’ albümü ile aynı yıl Moğallar da, 20 yıldan sonra ilk albümünü çıkarmıştı.
Yollarda, yaklaşık 2 yüz bin sattı. Haluk Levent, Türkiye müzik piyasasına zorlu bir yolculuktan gelmiş; ama burada uzun soluklu yeni bir yol açmıştı. Bu satış rakamı da bunun habercisiydi. Bu albüm, Haluk Levent’i tanıtmıştı. Sonrasında hayranları, onun yardımdan yardıma koşan, çocukluk hayalini gerçekleştirmek için çok çalışan yüzünü tanımaya başladı. Sayısız hayır konserine çıktı. Elde ettiği gelirlerle ihtiyacı olan hastalar için diyaliz ve solunum makineleri aldı…
“Sevgisini bizden gizlerdi” dediği babasını da bu süreçte kaybetti. Haluk, babasının ölüm haberini aldığında, Muğla konserinde sahnede 25 yaşında bir delikanlıydı. Ve bir 25 yıl daha geçtiğinde katıldığı programda şöyle diyecekti:
“Erken gitti diyebilirim. Belki şimdi onu bir 25 yıl daha yaşayabilirdim.”
Ekim 1995’te ikinci albümü
‘Bir Gece Vakti’ni çıkardığında satışı neredeyse bir milyonu yakalamıştı. 1996’nın sonunda da
‘Arkadaş’ adını verdiği albümünü çıkardı. İşte bu albüm, tam anlamıyla Anadolu Rock Müziği’nin müzikal anlamda en başarılı örneklerinden biriydi. Haluk da, Arkadaş albümü için şöyle diyordu:
“Bu albümle dünya standartlarını yakaladım.”
Akdeniz Akşamları
Yollarda albümündeki bütün şarkılar ezber edilmişti. Ancak bir tanesi vardı ki, dillere pelesenk olacak zamanı olmayan bir şarkıya dönüşecekti. Gitarını kapan gençler aşkını bu şarkıyla ilan edecekti. Sahillerin şarkısıydı Akdeniz Akşamları. Hatta yıllar sonra Akdeniz Akşamları için şöyle diyecekti Haluk:
“Akdeniz Akşamları, Çukurova insanının yaşanmışlığıdır. Adana, Mersin, İskenderun sahillerinin şarkısıdır…”
Haluk, onda iz bırakan ne varsa önüne ya da ardına notalar döşüyordu. Her bir sözcük duyguları, yaşanmışlığı anlatıyordu…
Tekrar hapis ve sonrası
Başarısız geçen ticaret yaşamı peşini bırakmamıştı. On yıldır ardı sıra gelen bir ticari dava sebebiyle Ağustos 1997’de, 9 ay hapis cezası aldı.
Haluk’un hayatında bir kez daha cezaevi dönemi açılmıştı. Asi ruhu ile üretmekten vazgeçmedi. Müziğini ve genç yaşının asiliğini temsil eden uzun saçları vardı. Akkuyu’da yapılması düşünülen Nükleer Santral Projesi’ni protesto gösterilerine o da dahil oldu ve uzun saçlarını kesip gönderdi.
Bu süreç Haluk Levent’in müziği adına da oldukça verimliydi. Cezaevine girmeden önce oluşturduğu kayıtlarla ‘Mektup’ adını verdiği bir albüm çıkardı. Bu Mektup, içeriden dışarıya yazılmıştı. Okuyanı çok oldu. Ona mektup yazanı da. Yüz binlerce mektup geldi. Kendi kendine kalmışlığın bir sonraki adımıyla da daha çok yazdı Haluk ve bir kitap doğdu. İlk kitabına
‘Kedi Köprüsü’ adını verdi. Çocukluğundan bu zamana kendisini, müziğini buluşunu anlatıyordu…
9 ay sonra hapisten çıktığında yeni albümünü hazırlamak için çok az bir zamanı vardı. Çünkü 18 ay sürecek askerlik görevini yerine getirmesi gerekiyordu. Müziğinden, hayranlarından uzaklaşacağı bu süreci de hissederek Eylül 1998’de çıkardığı albümüne
‘Yine Ayrılık’ adını verdi ve askere gitti. Askerdeyken de hep müzik vardı. Haluk, askerdeyken daha önce Türkiye’nin hiç gitmediği yerlerinde, bütün Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da konserler verdi.
99 depreminin ardından yaşamın çok zor yüzüyle karşılaştığımızda Haluk Levent, bu kez İzmit’te kurulan çadır kentlerde bizzat çalıştı, çadırlar kurdu. Ve tabii depremzedelere yardım sağlayacak konserler verdi. Çocukluk hayalini kalbinden hiç eksiltmeden gittiği her yere taşıyordu…
Tüm bunlarla birlikte askerlik sürecinden izin günlerinin tamamını yine stüdyoda çalışarak geçirmişti. 2000 yılı başlarken, milenyum çağına merhaba derken Haluk Levent,
‘www.leyla.com’ adını verdiği albümünü çıkardı. Dijitalleşmeye başlayan dünyada duyguların da dijitalleşiyor oluşuna dökülmüş notaları vardı…
Şubat 2001’de
‘Kral Çıplak’, Ekim 2002’de
‘Bir Erkeğin Günlüğü’, Eylül 2004’te
‘Aç Pencereni’, Nisan 2005’te
‘Annemin Türküleri’ albümlerini çıkardı.
7 Nisan 2004’te,
‘Moritos’un Düşleri’ adını verdiği ikinci kitabını yayımladı…
Cezaevi konularında dönem dönem adı geçmeye devam etti. Örneğin 2014’te, girdiği 800 bin lira borcu ödeyemediğinden 3 ay hapis yatacaktı…
2006’da
‘Akşam Üstü’ albümünü çıkardı. Bu albümde yer verdiği
‘Elfida’ şarkısı kendisinin de en çok sevdiği şarkıydı ve onu söylemekten hiç vazgeçmeyecekti. 2010’da ‘Hacivat Karagöz’ albümünü çıkardı. Bu albüm sanalda dinlenme rekorları kırsa da, CD satışları pek iyi değildi. Şubat 2014’te de ‘Dostane’ adının verdiği albümünü çıkaran Haluk Levent, son olarak 2019’da, ‘Tam Bana Göre’ albümü ile hayranlarının karşısındaydı…
Yardımsever Rockçu Haluk Levent
Evet, ona böyle diyorlardı. Yol devam ediyordu; o, tüm yolculuğu boyunca müziğinden ve yardım etmekten vazgeçmiyordu…
Sanatında 15 yılı geride bırakmıştı. Yurt içinde ve yurt dışında yaklaşık on bin konser verdi. O, ülkemizin en çok konser veren sanatçılarından biriydi. Bir konserinde 11 saat sahnede kalarak adını silinmez harflerle müzik tarihine kazıdı. Ona Yardımsever Rockcu diyorlardı. Çünkü Haluk Levent, bu konserlerin çok önemli bir kısmından para almamış, onun yerine gelirini ihtiyacı olan hastalara bağışlamıştı.
Yoksulluk, onun yumuşak karnıydı. Ancak bunun yanında çevre sorunlarına karşı duyarlı oluşuyla da dikkat çekiyordu. Albümünde çevre bilinci aşılayan şarkılar söyleyen Haluk Levent, Türkiye’de çevreye zarar verdiği söylenen, düşünülen projeler aleyhine davalar açtı. Örneğin, Mersin’de, Kazanlı ilçesinde soylarının tükenmesi tehlikesiyle karşı karşıta gelinen Caretta Carettalar için protesto gösterilerine katıldı.
(Neslin Yonanlar ve kızları Ela)
Haluk Levent evlendi
Neslin Yonanlar,
“Edirne’de bir barda onu dinlediğimde tanıştık.” diye anlatıyordu Haluk ile tanışmasını. Aralarında çok güçlü bir bağ vardı ve birbirlerini çok seviyorlardı. Neslin Yonanlar, Haluk Levent’in
“Hani Benim Olacaktın”şarkısının klipinde de oynadı. Haluk’un cezaevinde olduğu dönemde Neslin Yonanlar şunları söylemişti:
“Onu, açık görüş dışında göremiyordum. Klip sayesinde TV’de hasret gideriyor, ekranda sık sık görüyorum. Klipte beni şaşırtan sevgilimin saçları oldu. Kısa saçlı değildi. Ben Akkuyu’ya santral yapılmasını protesto için saçlarımı kestirince, o da böyle yapmış. Çok duygulandım.”
2004’te, Sultanahmet’te, Binbirdirek Sarnıcı’nda sade bir törenle evlendiler. Erhan Aygün, Haluk’un şahitliğini üstlenirken, Neslin’in şahidi de Mahsun Kırmızıgül’dü. Bu evlilik, onlara ‘Ela’ adını verdikleri bir kız çocuğu getirdi. Ancak evlilikleri pek yolunda gitmiyordu. Ela’nın geleceğini düşünerek boşanma sözcüğünü evlerinde geçirmekten vazgeçmişlerdi. Oysa bu vazgeçiş değil, bir erteleyişti…
18 Aralık 2017’de, fikren ve ruhen anlaşamadıklarını belirterek anlaşmalı boşanmak için İstanbul Aile Mahkemesi’ne dilekçelerini verdiler. Bir gün sonra sabah saatlerinde hakim karşısına çıkan çiftin, boşanmasına karar verildi.
Elfida’nın hikâyesi
Hayranlarını sorularını cevapladığı bir programda Haluk Levent’e, söylemekten en keyif aldığı şarkı sorulduğunda iki şarkının adını söylüyordu:
Elfida ve
Deniz Üstü Köpürür! 20 sene de geçse, yine sahnede en çok bu iki şarkıyı hep bir başka severek söyleyeceğine emin hissediyordu. Bununla birlikte hayatının fon müziği sorulduğunda da,
“Başka türlü bir şey benim istediğim…” diye söyleme başlamıştı…
Elfida, bir başka şarkıydı gerçekten; yaşıyordu. Haluk Levent, bu şarkıyı söylemeye başladığı dönemden bu yana üzerine çok konuşulmuş, Elfida’nın bir genç kız olduğu üzerine türlü şeyler yazılmıştı. Bunun üzerine Haluk Levent, 2006’da
Akşam Üstü albümünde yer verdiği şarkının hikâyesini Twitter hesabından 2017’de anlattı…
Elfida, aslında Beyzanur adında küçük bir kızdı. Tanıştıklarında 4 yaşındaydı ve amansız bir hastalıkla mücadele ediyordu. Birlikte 4 yıl daha geçirebildiler. Haluk Levent, Beyzanur için Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ne gidiyor, doktorlarıyla görüşüyordu. Bir gün doktorlar: “Haluk Bey, bu kızı gözden çıkarın.” Dedi. Bu cümle, Haluk’un yufka yüreğine kazındı adeta…
O gün doktorlarla görüşmede müzisyen arkadaşı Emrah Aydoğdu da, Haluk ile birlikteydi. Aydoğdu,
“Gözden çıkarılan kadının anlamı Osmanlıcada Elfida!”dedi. Hissettikleri duyguyu karşılayamazdı belki; ama kavram olarak doktorların söylediği şeye uyuyordu. Haluk, Beyzanur’u öyle çok seviyordu ki, içine sığdıramadığı duygularıyla oturup Elfida şarkısını yazdı. Aydoğdu ile birlikte sözlerin üzerinden geçtiler. Ömer Faruk Güney, müziği ile katkıda bulundu. Haluk, Beyzanur’a son günlerinde hep ona kendisini anlatan şarkıyı söyledi. Küçük kız, Elfida’nın kendisi olduğunu hiç bilmedi…
Haluk, Bakırköy’de hastane personeline bir konser vermişti. Beyzanur’a iyi baksınlar çok istiyordu. Onların gecesine katıldı. O gece, evinde bir başka yere kaldırılan Beyzanur, hayata gözlerini kapadı. Haluk, küçük Beyzanur’u kaybedişine çok üzüldü. Anne babasından rica etti: “Evet, kızımızı kaybettik. Lütfen bir çocuk daha yapın.”
Beyzanur’un babası, bir yıl sonra Haluk’a bir kızları olacağı haberini verdi. Haluk,
“Adını Elfida koyun” dedi. Elfida, şimdi ablasından ona kalan sevgi dolu bir mirasla pırıl pırıl yaşayan, okuluna giden bir kız çocuğu…
Haluk şarkının sözlerini irdeleyerek anlattığı bölümde şöyle diyordu:
“O dönem de şirketlerim batmış, sözlerdeki “Omzumda iz bırakma yüküm dünyaya yakın” şunu ifade etmek içindi: Ya zaten dünya kadar batmışım, sıkıntılıyım, Beyzacığım ne olur bari sen gitme demek içindi. O sözlerdeki “Yüzyıllardır sarılmamış kolların” cümlesi, anne ve babası gece gündüz nöbetteydiler. Beyzanur'un kırılganlığından, hasta yatağından dolayı sarılamıyorlardı. Gerçekten sarılabildiklerini görmedim. “Sisliydi kirpiklerin ve gözlerin yağmurlu” sözleri ise Beyzanur'un gerçekten hep yağmurlu gözleri vardı hayata tutunmaya çalışan...”
Haluk, bu şarkıda hiçbir ticari amaç gütmediğini ise şöyle anlatıyordu:
“Bu şarkıyı o dönemlerde söylerken birçok kişi söyledi. Ben bu şarkıyı ticari amaçla kullanmak ve vermek istemedim ve vermedim de. Bu başka bir şeydi. Bir Akdeniz Akşamları faciası daha yaşamak istemiyordum. Biliyorsunuz Akdeniz Akşamları muazzam bir şarkıdır aslında. O dönemin bir öyküsüdür ama herkes okuya okuya artık içimizden gelmeyecek hale geldi. Elfida'nın öyle olmasını istemiyordum o çok özel bir şarkıydı ama ben yurtdışındayken benim bilgim dahilinde olmadan Ankara'dan bir müzisyene verilmiş şarkı. Çok üzüldüm ve kızdım. Ailesi beni aradı, çok özür diledim. Vermeme kararı aldık şarkıyı. Burada ailesinin de çok mücadelesi oldu Beyzanur ile ilgili ve tekrar hayata döndürülmesiyle ilgili. Onların acılarını hep paylaşmaya çalıştım. Kısacası Elfida'nın öyküsü bu. Başka hiçbir öyküsü yok.
Net, düz, sade..."
İzmir'in dağlarında çiçekler açar
Referandum dönemiydi. Evet ya da Hayır diyecektik. Ve Haluk Levent’in seslendireceği İzmir Marşı işte buradan doğmuştu. Bunu bir röportajında şöyle anlatmıştı:
“O süreçte insanlara bir seçme özgürlüğü verilmişti: Evet ya da Hayır. Fakat ‘Hayır’ diyen insanlar, tereddütsüz ve etkin kimi çevrelerce neredeyse ‘Vatan Haini’ kıvamına getiriliyordu. Sosyal medyada espri olarak, “Hayır seçeneğini niye koyuyorsunuz? İnsanları neden vatan haini yapıyorsunuz? Sadece ‘evet’ deyin ve herkes gidip oyunu versin” yazdım. O dönemde, -uygulanan politikadan vazgeçilmeden önceki süreçte- her iki kelimeden birisi, “Siz PKK ile FETÖ ile aynı çizgidesiniz. Onlar ‘Hayır’ diyor, siz de ‘Hayır’ diyorsunuz” oldu. Biz neredeyse bu ülkenin vatan hainleri kıvamına getirildik. Her, arkaya Türk bayrağı asan, her arkaya cumhurbaşkanlığı forsu asan vatansever olurken bizler o bayraktan yoksun, o bayrağın düşmanı kabul edildik. Niye? Çünkü biz ‘Hayır’ diyorduk. Çok içerledim bu duruma.”
Haluk Levent, 20 yıldır okuduğu şiirleri bir albüme koyacaktı. Zaten İzmir Marşı’nın içindeki şiiri de Çanakkale Şehitleri için verecekti. Dedesini hatırladı. Üç kardeşiyle birlikte 14 yıl boyunca savaşa gitmişler; Çanakkale’de, Sakarya’da, Yemen’de savaşmışlardı. Haluk, hummalı bir araştırmaya başladı. Genelkurmaya kadar gitti. Dedesinin en küçük kardeşinin İstiklal Madalyası aldığı bilgisine ulaştı. Diğer kayıtlara çok zor ulaşmış, kimilerine hiç ulaşamamıştı…
Dedesinin abisi Ahmet Gani, kardeşlerinin gözü önünde şehit olmuş, diğer dedesi 40 yıl vücudunda savaştan hatıra bir kurşunla yaşamıştı…
“Biz bu ülkenin kurucularının torunlarıyız. Benim dedem bu ülkenin toprakları için savaştı. Neden ben seçme özgürlüğüm olan bir kelimeyi seçecek olduğum için vatan haini olayım?” diyordu. İşte İzmir Marşı böyle doğdu.
Klip, Bakırköy Leyla Gencer Sanat Merkezi’nde çekildi. Haluk Levent, İzmir Marşı’nın klipini 17 Mart akşamı dedesi ve kardeşlerine adayarak internette yayınladı. Klipin yayına girdiği gün Haluk Levent, Zürich’e gidiyordu. Uçağa girdiğinde bir andan alkışlar duyulmaya başlandı. Hissettiği duygu çok karmaşıktı. Üzülmüştü de.
“O an üzüldüm. Ne kadar ihtiyacımız varmış böyle bir şeye… Ne hale gelmişiz! Bu ülke bunu hak etmemişti! İnsanların düşüncelerini özgürce ifade ettiği, Cumhuriyet sisteminin sürdüğü, dış ilişkilerde komşularla sorun yaşanmadığı, bilimsel ve teknolojik anlamda batıya dönük, yerelde etnik gelenekselci; ama modern dünyaya hiç kapanmamış bir ülke hayal ediyorum.” diyordu.
İzmir Marşı, o günden sonra hep coşkuyla söylendi…
(Haluk Levent, takipçisi Ziynet'in kavalyesi oldu.)
Sosyal medyada Haluk Levent
Haluk Levent, kendi gazetesini oluşturmanın vaktinin geldiğini düşündüğünde sosyal medya hesaplarını kullanmaya başladı.
“Ben burada 20 yıllık dinleyicilerime kendimi anlatmaya çalıştım.” diyordu.
Bir anda sosyal medyayı çok aktif kullanan ünlülerden biri oldu. “Biz, seni hiç böyle bilmiyorduk” diyenler de oldu, “Seni zaten böyle tanımıştık” diyenler de. Bu mecrayı aynı zamanda yine iyilikleri için de kullandı. Bununla birlikte hayranlarıyla da arasındaki perdeyi oldukça inceltmişti. Onlara cevap vermekle kalmıyor, yeri geliyor isteklerine de karşılık verebiliyordu. Onlardan bir tanesinde yine kısa sürede trend topic olmuştu…
Her şey Ziynet adında bir takipçisinin Haluk Levent’e attığı ve atmaya hep devam ettiği mesajlarla başladı. Şöyle diyordu mesajlardan birinde:
“Abi, Cuma günü mezuniyet var. Benim hala umudum var. Kavalyem olursun bence.”
Haluk Levent ise şöyle cevap verdi:
“Aylardır yazıyorsun. Söz kız! Cuma müsait olursam kavalyen olacağım.”
Ve evet, Cuma akşamı Ziynet’in kolunda mezuniyeti için kavalyesi Haluk Levent vardı…
Gecenin fotoğraflarını sosyal medya hesabından da paylaştı. Haluk Levent, bir köprü kurmuş, kalplere dokunmaya devam ediyordu…